Türkiye’de uluslararası
sermaye girişi ile büyüme arasında yakın bir ilişki olduğunu ekonomistler
olarak hep söyleyegeldik; söylemeye de devam ediyoruz. Oysa aşağıdaki grafiğe baktığımızda, 2001
krizi sonrasında uluslararası sermaye girişiyle büyüme arasında gözlediğimiz
sıkı ilişkide son yıllarda bir kırılmanın yaşandığını görüyoruz. Aşağıdaki şekilde de görüldüğü üzere, sermaye
girişinin GSYH’ye oranı 2010-2011’de %8’den 2012-2013’de %8.75’e çıkarken, reel büyüme oranı 2010-2011’de %9’dan 2012-2013’de
%3’e düştü. 2014’te sermaye girişinin
GSYH’ye oranı %5.4’e düşerken büyüme oranı %2.9 olarak gerçekleşti.
Büyümenin 2015’de
de %3’ün altında gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel. Uluslararası sermaye
girişinin 2015’in ilk iki ayında artış eğiliminde olduğunu dikkate alırsak, bu
yıl da sermaye girişlerinin GSYH’ye
oranının %5’in üzerinde gelme ihtimalinin yüksek olduğunu da söyleyebiliriz. Bu gerçekleşirse, büyüme ve sermaye girişi
arasındaki ilişkinin dört yıllık dönemde bir kırılma yaşadığını
söyleyebileceğiz.
Aşağıdaki grafiğe
daha geniş bir zaman perspektifinden baktığımız zaman, 1987-2014 dönemindeki
büyüme ve sermaye girişi ilişkilerini 1987-1999, 2001-2011 ve 2012-2014 olmak
üzere üç farklı dönemde ele almamız mümkün gözükmekte. Türkiye ekonomisinin makroekonomik
dengesizlikleriyle diğer ülkelerden ayrıştığı 1990’lı yıllar boyunca, görece
düşük uluslararası sermaye girişleriyle yüksek, ancak aynı zamanda oynak, bir
büyüme performansı gerçekleştirmek mümkündü.
Bu dönemde, kamu açıkları yüksek de olsa %25’ler civarındaki özel sektör
tasarrufları bu açığı finanse etmenin yanı sıra
yurtiçi yatırımları da finanse etmekte kullanılıyordu.
2001 sonrası
dönemde normalleşen Türkiye ekonomisi, hızlı sermaye girişlerinin yardımıyla
1990’lı yıllara göre daha yüksek ve daha az oynak bir büyüme performansı gerçekleştirdi. Ancak, aynı dönemde kamu açıkları azalırken
özel sektör açıkları ve borç yükü hızla artmaya devam etti. Gelire göre hızla artan borç yükü, ister
kamuda olsun ister özel sektörde her zaman baş ağrısı demektir. O yüzden 2012 başında getirilen ihtiyati
tedbirlerle biriken özel sektör borçlarının ileride sorunlara yol açmasının
önüne geçilmek istendi. Ancak, bu durumda da ekonomik büyümeden ciddi taviz
verildi. Bu tedbirlerle birlikte, yurtiçi
tüketim ve yatırım harcamalarının büyüme hızı yavaşladı. Özel sektör
yatırımları ise, 2011-2014 arasında neredeyse tamamen durdu.
Sermaye
girişi-büyüme arasındaki ilişkide gözlenen kırılma, Türkiye için oldukça önemli
olabilecek bir duruma işaret ediyor: 10 yıla yakın bir süre boyunca iç taleple
büyüyen, ortaya çıkan yüksek cari açığı
uluslararası sermaye girişiyle finanse eden Türkiye’de, uluslararası sermaye
girişleri büyüme üzerinde artık geçmişte olduğu gibi bir etki yaratamıyor.
Türkiye
ekonomisinde son dönemde gözlenen yavaşlama, uluslararası sermaye girişlerine sıkı
sıkıya bağlı büyümenin sürdürülebilir olmadığının kanıtıdır. Türkiye’de sürdürülebilir yüksek büyüme
hızlarına ulaşmak için siyasi ve ekonomik (makro/mikro, kurumsal/yapısal)
reformların bir an önce uygulanması gerekmektedir. Bu yönde bir iradenin ülke
yönetimine hakim olup olmayacağını 7 Haziran seçimlerinden sonra göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder